yerime geçtiler
karşındaki sandalye
bir barda
yanındaki koltuk
bir sinema salonunda
yastığının sol boşluğu
kasıklarının soğuğu
sesinin boğuğu
çekim alanında değilim
ben bir karadeliğim
her şeyi yutabildim
boğazımdan bir sen geçmedin
yerime geçtiler
karşındaki sandalye
bir barda
yanındaki koltuk
bir sinema salonunda
yastığının sol boşluğu
kasıklarının soğuğu
sesinin boğuğu
çekim alanında değilim
ben bir karadeliğim
her şeyi yutabildim
boğazımdan bir sen geçmedin
savrulacağın serengetiler var ruhumda
senin kıvrımlarından güzel olmasınlar
döneceğin yere doğru seni avuturlar
bilmezsin her yolculuğun sonu avcumda
büyük konuşmuyorum kibrime kin duyma
ben bana öğretilenlerin müteredditiyim
temkinimi kinime muzaffer kıldıramadım
dedim bundan böyle kendimin kibritiyim
11.06.2022, 06:20, ankara
güneşi tıraş ediyorum evinin terasında
kasıklarından
gün ışığı çıkıyor kazıdıkça aydınlığı
bu tenin kokusunu açık havada bile alabilmek
nefesimin her zerresini şükürle karşılatıyor bana kapılarda
kamer zaten yüzünde dolunay
parlıyor esefle gülüşün
tüm korkularımı yıkanıyorum
arılar alçak uçuş yaptıkça üzerimizde
kitap cesetleri yastık olacak birazdan başımıza
yanındayken betonda uzanmak bile güzel
sol yanına döndüğünde ilk gözümün iliştiği bel gamzelerin
bu yalıma düştüğümde ilk sözümün işittiği:
"içime geldin."
mavi ojelerini bekleyen dudaklarımı, çatlaklarından çıkan seslerden tanıyan adımların var. uzanırlar el öptürmek gibisinden bir edayla, havada da marizine kayılmış ruhum. nezaketle askıntı olmama çeyrek kalmadan takılırlar peşime, yüzümden anlarlar. her bir parmağın toplamda on yudum. uyanmadan ölelim diye saatimi bir asır sonrasına kurdum.
sen güneş varken sokak lambalarını seçtin
ısınmak için, aydınlanmak için
en nihayetinde rüzgâr ekip fırtına biçtin
ne ısındı için, ne karanlığı geçtin
ben ıslatırdım ekmekleri sen yiyebil diye
sen kendini kuru ekmeğe muhtaç ettin
benim birden çok mezarım var
içine gömülü olduğum insanlar
taşlarında adım yazmaz
ama hepsi beni dün gibi hatırlar
yerin altı ya da insanın kalbi
ikisi de aynı bokun laciverdi
derinlerde kayalıklara denk gelmek
ikisi için de mümkün bir şeydi
toprak değil de yüzümü
pişmanlıkları örter.
galaksisi olmayan
aylak bir gezegenim ben
boşluğuna geldiğim evren
konuşur bana nerede çevren
ses ulaşmaz, yıldızlarla yazar cümleleri
yıldızım yok cevap veremem
kabul görülmek değildir derdim
dolanırım siyahtır rengim
boşluğuna geldiğim uzay da gizler
görünmek içindir aslında cengim
döner dolaşırım
bir söner bir ışırım
görünmek içindir aslında cengim
bundandır zarf atışım
biraz ötemde kara delikler
içinde davetsiz misafirler
iştirakimi bekliyorlarsa
hiç ama hiç heveslenmesinler
görünmek içindir aslında cengim
olay ufkumu izlesinler
çok güzelsin
bana onu unutturdun
içindeyken aklımın ucundan bile geçmedi ilk kez
hazzımı yerle bir etmedi yokluğu
burayı bir sen biliyorsun benden başka. kendi kendime konuşmaktan hiç utanmadığım, sana durup ince şeyleri anlatmaya çalıştığım bir yer burası. biliyorsun burayı, ama gelmiyorsun ki. gönderilmemiş mektuplar gibi duruyorlar burada cümlelerim. gönderdiğin mektupların, kendi yaptığım bir kutunun içinde hâlâ durdukları gibi.
hiçbir şey bilmiyorsun; ne kadar canımın yandığını da, seni ne kadar özlediğimi de, yanımda uyurken kaydettiğim ve sana da dinlettiğim nefes sesinin kaydını aklıma düştüğünde radyo gibi dinleyip ağladığımı da. ama o kadar güçlüymüşüm ki. sevginin beni saçmalattığı ve sana korku verdiğim her eylemimden pişmanım. pişmanlığımın evrenin genişleyişini kıskandıracak denli büyümesi 2 yıldır sürüyor. ama harbi çok ağladım be, gerçekten. çok üzüldüm. inanmıştım çünkü, çok inanmıştım.
neyse, yine senin içine zerre dokunmayacak bir mektubun daha sonuna geldim. bana ben salya sümük ağlarken tedavi ol diye bağırdığında dinledim seni. dayanamıyordum çünkü. üç farklı psikiyatriste gittim ve üçü de anlaşmış gibi şey dedi bana, canımı daha çok yakmak isterlermiş gibi: "barış sen hasta değilsin ki, âşıksın. unutmak zorundasın." derin bir nefes alıp şimdi seni rüyamda görmemek için bilinçaltıma yalvaracağım. çünkü rüyalarımda bile af diliyorum hep senden, senin bana acımasızca sırt dönüşünü es geçip. keşke sen de benim kadar mahcup olabilseydin yaptıkların için. ben o kadar utanıyorum ki sana kinlendikçe söylediklerimden, yaptıklarımdan. keşke sen de mahcup hissedebilseydin seni deli gibi severken ona verdiğin her sözü kanun olarak gören ve bu yüzden seni taparcasına ciddiye almış, saygı duymuş, inanmış bir adamı çok üzdüğün için. ve yine sonuna geldiğimi iddia ettiğim ve asla nokta koyamadığım bir mektup. aynı, sabaha karşı sana özene bezene delirircesine bir heyecanla mektup yazdığım kâğıdın zarfa girmesi için hiç acele etmediğim gibi. o kadar çok şey hak ettiğini düşünüyordum ki, hiçbir cümle eksik kalmasın isterken durup ince şeyleri de anlamanı beklemeye meyyaldim. meftun ve bilmukabele hâlâ yan yana bende. ve artık şapkamı önüme koyup yine derin düşüncelere dalmak zamanı. sevmek zamanı ise, hiç bitmez. seni resmettiğim hâlinden sevişim gibi. neyse, bir ara temize de çekerim bunu. şimdilik bitti, iş var.
mayıs 2023, istanbul