15 Temmuz 2021

vankosa

vankosa'nın sen olduğunu görmek o kadar kolaydı ki. tahmin etmek demiyorum bak, görmek. keşke anlatsam da gülsek. küçük ayrıntılarla, hiç vakit harcamadan öğrendim üstelik. sen de yapabilirsin, şayet bir sahte hesapla merak edersem seni. yaparsın ama bilmiyorsun. keşke gülerek öğretseydim sana, kimler kimler çıkardı ortaya bizi merak eden kim bilir. 

"yine neler saçmalamış" diyerek baktın değil mi. neler saçmalamışım. sen nasıl görürsen gör yazdıklarımı, haykırışımı. benim bunlar ve hiçbiri inan bana ne saçma ne de vakit kaybı. kendim için yazıyorum. okuyup da dünya üzerinde bir tek bana gösterdiğin taşlaşmış kalbini yumuşatırsa cümlelerim, ne âlâ.

dönüp dönüp aklıma düşüyor, bak düştü yine. nasıl ziyan saydığını söyler bir insan biriyle geçirdiği vakti, o kadar kıymetli anının üstüne. nasıl bir gözü dönmüşlükle düşünür ki bunu. gaddar olmak gerek, saf kötü, nankör olmak gerek bunun için. insanlıktan nasibini hiç almamış olmak gerek. hiçbir şey yapmamış, hiçbir zaman yanında olmamış olmam gerek bunun için. ya da seni aldatmış; senin yerine bir başkasına, gözünün içine baka baka yalan söyleyerek meyyal olmuş olmam gerek. ve bunu öğrenmiş olman senin de. sevgin azalır, aşkın azalır. biter de. beni hiç sevmezken, hayatında ben hiç yokken de sevgin yoktu içinde bana karşı. hiç rastlaşmasaydık hiç tatmamış olacaktım sevgini. bunları düşünerek avutuyorum kendimi, sevgi biter. ama "sana zerre saygım yok" diyebilmek için, hayatını mahvetmiş olmam gerek. sen çocuklar gibi hevesle bir parkta salıncağa binmek istediğinde aynı çocuklukla seni o salıncakta hiç sallamamış olmam gerek. senin de bana o malum kriz anında yanında olmamı deli gibi hiç istememiş olman gerek. sesimi duymak için efkâra düşüp düşüp beni hiç aramamış olman gerek, hem de ayrılmadan birkaç gün öncesine kadar. ne değişmişti, ne. rol mü yaptın. imkân vermiyorum buna. nasıl, nasıl söyleyebildin, aklım almıyor. düşün lütfen bunları, sana ve hayatında yeri olan herkese kendimi nasıl sevdirdiğimi, saygıda kusur etmediğimi düşün. annenin bana hayranlıkla, senin hayatında oluşumun verdiği güvenle bakışını düşün. benim hiç tanımadığım ve nasıl davranmam gerektiğini bile bilmeden ortasında kaldığım insanların yanında göğsümü gere gere nasıl senin yanında olduğumu düşün. hiç bilmediğim bir şehirde bir akşam bizim için kurulmuş akşam yemeği tepsisini düşün. seninle birlikte avluya kurulup oturduğumuz yer sofrasındaki birlikteliğimizi düşün. ben onlardım işte. onlar da benim, hayatına girdiği için pişmanlık duyduğunu söyleyerek küstahlık ettiğin adam da benim. evet küstahlık. bu olmasaydı birlikte en muaşaka içindeki çift biz olmaya devam ediyorduk şimdi.

herhangi biri de değildik ki birbirimizin hayatında. seni mutsuz etmiş olmam gerek her gün hiç ara vermeksizin. bunun olmadığını biliyorsun. nasıl bir gözü dönmüşlükle söyledin bunu bana, anlayamıyorum. yapılmaz değil, "yapmazsın." yapamazdın sen böyle bir kötülük, en azından bana. benim gibi hayatının odağına koyduğun birine, seni hayatının odağına koyup çevrende tavaf etmiş birine. sana ne yaptım ben? canımın içine yerleştirdiğim "sen"i hiç görmemiş olacak kadar kötü olamazdın. ne oldu sana, hâlâ inanamıyorum. gözümün önüne geliyor, gözlerim işitiyor, daha birkaç gün önce bana "seni öpesim geldi" deyişini. 

birkaç zaman içinde, beni hayatına aldığın için pişmanlık duyabilecek ne yapmış olabilirim sana. içimi dökmek mi nedeni buralarda. mahrem neyi anlattım. itin götüne soktum kendimi, sen kıymetli büstünde hareketsiz, duygusuz dururken. kendimi itin götüne soksam da kim olduğumu çok iyi bilenlerin harfiyen anlayabileceği darağaçları kurdum kendime burada. çünkü rezil olmak şuursuzca yapılan eylemlerin insanların zihninde oluşturduğu etkiyi önemseme güdüsüdür. umurumda bile değil insanlar, senin aksine. 

hatalarımı da toyluğumu da öpüp başımın üzerine koymuyorum ben. hepsi benim. hepsini sırtlandım ve üstünden geçtim kata kata kendime.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumum var