İstemeden yaptığım bu şey öyle büyük bir çorabın söküğüymüş ki, çorap kimin ayağındaysa yalın ayak kalır "istemedenliklerimin" birbirine sıkı sıkı bağlandıkları yerlerden çektiğimde.
Her insan gibi yaşamam için dünyaya getirildim annem ve babam tarafından. Peki, nasıl annem ve babam oldular onlar? Ten rengimi, göz rengimi, tırnaklarımın şeklini, saçlarımı, erkekliğimi ya da kadınlığımı kim bahşetti bana? Olduğum kişi olmayı ben seçmediysem, bunu seçebilme imkânı elime geçtiği an mı gerçekleştirdiğim tüm eylemlerimde özgür olurdum? Böyle bir imkân mümkün görünmüyormuş gibi geliyor bana. Bu yüzden de doğuştan bir özgürlükten söz etmek beyhude.
![]() |
Eastman Johnson, 1860 |
Bir ıztırarın ızdırabıdır gidiyor; özgürlüğün ne olduğunu, insanın özgür doğup doğmadığını düşünürken, özgürlüğün bizatihi var olmadığını insanda, anladığımdan beri. Bizatihi değil, çünkü insan var olurken bunu kendi kararıyla yapamıyor. Doğarken hiçbirimiz buna kendimiz karar veremiyoruz. Bu yüzden, insanın ana rahmine düştüğü andan itibaren, bizatihi bir mülkiyet hakkı yok özgürlük adına.
Peki ya bu özgürlüğe yaklaşabilmek adına yapılan eylemler nelerdir? "İnsanın önce var olması, sonra da yaşamı boyunca olduğu insan olmayı seçmesi, özgür olması demektir" ifadesi, galiba bir başlangıç noktası teşkil edebilir bize. Eğitimin önce ailede başladığını, daha sonra çevrede ve okulda devam ettiğini göz önüne alacak olursak, gelişim sürecimizde de bize ait olmayan subjektif bir doktrin dünyasının içinde bulacağımızdan kendimizi, bu süreçte de yine özgürlükten söz etmek mümkün görünmüyor.
Önce annemizi ve babamızı seçme şansımız yok; onların genotipi ve fenotipinden bize geçen kalıtları, sosyoekonomik statülerini, sonra da dolayısıyle onlardan alacağımız eğitimi seçme şansımız yok. İyinin, kötünün, yanlışın, doğrunun, ahlaki olanın mısdakını elbette her aile aynı ifadelerle aktarmaz yetiştirdiği çocuklarına. Buradan da şu sonuca varmak mümkün: "Kendi kendimizi yetiştirmeye de 'yetiştirildiğimiz kendimiz' ile başlıyoruz." Müstakbel kişiliğimizi elde etmeye çalışırken de mutlak bir bağımsızlığa sahip değiliz. Hâlâ özgürlüğü istemek ve ona ulaşmaya çalışmak, vazgeçilmez gibi görünüyor.
![]() |
Szilard Szilagyi, 1987 |
Özgürlüğü, kişinin, herhangi bir müdahale olmaksızın tamamen kendi seçimleriyle hareket edebilmesi olarak ele aldığımızda insanın bu eylemi asla gerçekleştiremeyeceğini söylemek yerinde olacaktır bence. Çünkü insan ne zaman kendi kendini var edip, var olduktan sonra da hiçbir insanla etkileşimde olmadan kendi başının çaresine bakabilecek kadar yalnız olur, ancak o zaman "mutlak özgürlüğe ulaşabilmiş insan"ı konuşabiliriz. Şunu da söylemeliyim ki; kısıtlamaların olmadığı, zaten doğumundan yaşayacağı koşullara kadar her şeye kendi karar verebilen insanların olduğu bir ütopya toplum var olsaydı, mutlak özgürlüğe ulaşmış olmanın verdiği meraksızlık, uğruna tartışmalar yapılacak bir özgürlüğün yokluğunu mümkün kılardı. Öyleyse doğuştan buyruklar zinciriyle kelepçelenmiş olan insan, zaman geçtikçe, var olmanın ıztırar hâli yüzünden kelepçesine her geçen gün eklenen prangalardan kurtulmak için özgürlüğe ulaşma savaşımı vermekten asla vazgeçmemeli. Çünkü özgürlüğü başkalarından beklemekle, özgürlük için verilen savaşımları neticesinde insanın elde ettiği kazanımların arasındaki kanyon oldukça büyük...
5 Nisan 2012, 01:03



