legünya

Bana İstanbul değil, sen iyi geldin

Resminle benim aramdaki bir durum seni ilgilendirdi

Ve sonrası emsalsiz bir tutkunun mihrakı olmanın efsunu arzıendam.


Legünya...


Kokusu müphem İstanbullu bir kadındın evvel


Dokusu teninin henüz değmemiş hiçbir yanıma


Ve sonrası emsalsiz bir şehvetin mihrabını tatmanın mefhumu farzıendam.



28.04.2024, 23:57, ankara

seninim

mavi ojelerini bekleyen dudaklarımı, çatlaklarından çıkan seslerden tanıyan adımların var. uzanırlar el öptürmek gibisinden bir edayla, havada da marizine kayılmış ruhum. nezaketle askıntı olmama çeyrek kalmadan takılırlar peşime, yüzümden anlarlar. her bir parmağın toplamda on yudum. uyanmadan ölelim diye saatimi bir asır sonrasına kurdum.

Özgürlüğe Yaklaşım

Annemi hamile bırakan aslında babam değil, benim; ancak bunu neden yaptığımı bilmiyorum herkes gibi. "İstemeden" oldu... Evet, zamanında rakiplerini geride bırakarak yumurtaya ulaşan bir sperm olmaklıktan bahsediyorum. 

İstemeden yaptığım bu şey öyle büyük bir çorabın söküğüymüş ki, çorap kimin ayağındaysa yalın ayak kalır "istemedenliklerimin" birbirine sıkı sıkı bağlandıkları yerlerden çektiğimde.

Her insan gibi yaşamam için dünyaya getirildim annem ve babam tarafından. Peki, nasıl annem ve babam oldular onlar? Ten rengimi, göz rengimi, tırnaklarımın şeklini, saçlarımı, erkekliğimi ya da kadınlığımı kim bahşetti bana? Olduğum kişi olmayı ben seçmediysem, bunu seçebilme imkânı elime geçtiği an mı gerçekleştirdiğim tüm eylemlerimde özgür olurdum? Böyle bir imkân mümkün görünmüyormuş gibi geliyor bana. Bu yüzden de doğuştan bir özgürlükten söz etmek beyhude.

Eastman Johnson, 1860

Bir ıztırarın ızdırabıdır gidiyor; özgürlüğün ne olduğunu, insanın özgür doğup doğmadığını düşünürken, özgürlüğün bizatihi var olmadığını insanda, anladığımdan beri. Bizatihi değil, çünkü insan var olurken bunu kendi kararıyla yapamıyor. Doğarken hiçbirimiz buna kendimiz karar veremiyoruz. Bu yüzden, insanın ana rahmine düştüğü andan itibaren, bizatihi bir mülkiyet hakkı yok özgürlük adına. 

Ioanna Kuçuradi'nin Uludağ Konuşmaları adlı kitabında sözlerine yer verdiği filozoflardan birinin savunduğu bir görüşü ele alalım: "İnsan, özgürleşebilen bir varlıktır."  Buna büsbütün katılmak mümkün görünmüyor çünkü özgürleşmek, "ulaşmaya çalışılıp ulaşılabilmiş, nihayeti olan bir eylem" olarak çıkıyor karşımıza burada; olmuş bitmiş görünüyor, tanım olarak bir süreci içermiyor. Hâlbuki özgürlük, özgür olmayı istemek adına yapılan eylemlerle, özgürlüğe yaklaşmaya çalışmaktan başka bir şey değildir.

Peki ya bu özgürlüğe yaklaşabilmek adına yapılan eylemler nelerdir? "İnsanın önce var olması, sonra da yaşamı boyunca olduğu insan olmayı seçmesi, özgür olması demektir" ifadesi, galiba bir başlangıç noktası teşkil edebilir bize. Eğitimin önce ailede başladığını, daha sonra çevrede ve okulda devam ettiğini göz önüne alacak olursak, gelişim sürecimizde de bize ait olmayan subjektif bir doktrin dünyasının içinde bulacağımızdan kendimizi, bu süreçte de yine özgürlükten söz etmek mümkün görünmüyor.

Önce annemizi ve babamızı seçme şansımız yok; onların genotipi ve fenotipinden bize geçen kalıtları, sosyoekonomik statülerini, sonra da dolayısıyle onlardan alacağımız eğitimi seçme şansımız yok. İyinin, kötünün, yanlışın, doğrunun, ahlaki olanın mısdakını elbette her aile aynı ifadelerle aktarmaz yetiştirdiği çocuklarına. Buradan da şu sonuca varmak mümkün: "Kendi kendimizi yetiştirmeye de 'yetiştirildiğimiz kendimiz' ile başlıyoruz." Müstakbel kişiliğimizi elde etmeye çalışırken de mutlak bir bağımsızlığa sahip değiliz. Hâlâ özgürlüğü istemek ve ona ulaşmaya çalışmak, vazgeçilmez gibi görünüyor.

The End of Freedom, Szilard Szilagyi, 1987

Szilard Szilagyi, 1987

Özgürlüğü, kişinin, herhangi bir müdahale olmaksızın tamamen kendi seçimleriyle hareket edebilmesi olarak ele aldığımızda insanın bu eylemi asla gerçekleştiremeyeceğini söylemek yerinde olacaktır bence. Çünkü insan ne zaman kendi kendini var edip, var olduktan sonra da hiçbir insanla etkileşimde olmadan kendi başının çaresine bakabilecek kadar yalnız olur, ancak o zaman "mutlak özgürlüğe ulaşabilmiş insan"ı konuşabiliriz. Şunu da söylemeliyim ki; kısıtlamaların olmadığı, zaten doğumundan yaşayacağı koşullara kadar her şeye kendi karar verebilen insanların olduğu bir ütopya toplum var olsaydı, mutlak özgürlüğe ulaşmış olmanın verdiği meraksızlık, uğruna tartışmalar yapılacak bir özgürlüğün yokluğunu mümkün kılardı. Öyleyse doğuştan buyruklar zinciriyle kelepçelenmiş olan insan, zaman geçtikçe, var olmanın ıztırar hâli yüzünden kelepçesine her geçen gün eklenen prangalardan kurtulmak için özgürlüğe ulaşma savaşımı vermekten asla vazgeçmemeli. Çünkü özgürlüğü başkalarından beklemekle, özgürlük için verilen savaşımları neticesinde insanın elde ettiği kazanımların arasındaki kanyon oldukça büyük...

5 Nisan 2012, 01:03

Şahıdilemma

nereden baksan ihanete girer seninle sevişmem
fakat sana olan ilgimi de göz ardı edemiyorum
umurumda değil hiçbir prosedür bu yüzden
dizginlemiyorum kendimi
mecalim vardı hâlbuki
bu kadar güzel olmasaydın

topuklarınla ilgilenirken 
ayak parmakların kıskanıyorlar beni
bir tedirginliktir gidiyorken
oy çokluğuyla kabul edildim içine
hiç ummazdım demokrasiye
bir kadın vücudunda rastlayacağımı

bir gün sesinin hüznünü duyamamak endişesi
her gün yapıyor beni şahıdilemmalar fahişesi.

3 Ağustos 2014, 03.27, Ankara

Nevus

kollarında değindim
kendime de sana da
tüm çirkinliğim ve ben
sırtımda izmaritler
bıraktıkları lekeler
harita gibi bir ten.

sendeyse cennetten vazgeçiren
o zarif kıvrımlar
unutturan kaç kez seviştiğimizi
başı döndüren
başa döndüren
sayarken
bir sürü ben.
ensemi avucunla sundun sarılırken
dudaklarına,
terli omuzların ve kasıklarını da
benim hâkimiyetime bıraktın,
hem teslimdik
hem kaçkın
birbirimize.

kafayı yemiş olmalıyım
ben böyle güzelsem,
inandım buna
derimin altına işledin
karıştın kanıma
damarlarımda bir sızıntı
her bir yanıma
ulaşsın diye nüfuzun,
sen, tatlı bir iç kanama.

yüz altmış altıncı gün, sabah yediyi otuz yedi geçe, mediha eldem sokağı